AK Parti adayı Oğuz Üçüncü açıkladı: 14 Mayıs’ta Almanya tarihinde ilk kez bunu yapacak.
-
News7 – Özel
AK Parti 3. Bölge Milletvekili Adayı Oğuz Üçüncü, Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli sorularını yanıtladı. Üçüncüsü, Almanya doğumlu olup, Avrupa Milli Görüş (İGMG) teşkilatlarında sırasıyla Şube Gençlik Başkanlığı, Gençlik Bölge Yürütme Kurulu Üyeliği, Genel Merkez Gençlik Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği ve İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatları Genel Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur. 14 Mayıs için çok ilginçpaylaşılan bilgiler
14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinin sadece 2023’ün değil, gelecek yüzyılın da en önemli seçimi olarak değerlendirildiğini belirten Üçüncü, 14 Mayıs’ta Avrupa’daki tüm kanalların Türkiye’den canlı yayın yapacağını söyledi. Almanya 1. ve 2. kanallarından tarihinde ilk kez Ankara’dan canlı yayınedeceğini söyledi.
SERGİDEN ‘ORDU’ OLACAK BABA: BİZİ TOPRAKLARIMIZA YAKACAK
Ailesinin Ordu ile ilgili vasiyetini de paylaştı. Üçüncü duygusal anlar yaşadı. Ailesi Almanya’da değil OrduÜçüncüsü de gömülmek istediğini söyleyen babası, ” Bizi kendi toprağımıza gömün.vasiyet ettiğini söyledi.
AVRUPA OYLARI ETKİLİ OLACAK
İşte üçüncü ile yaptığımız röportaj;
Röportajımıza yurt dışında kullanılan oylarla başlamak istiyorum. Çünkü bir parçanız yurt dışında. Uzun yıllar orada kaldınız ve oradaki çalışmaları çok yakından takip ettiniz. Şu ana kadar 1 milyon 800 bin oy kullanıldığı söyleniyor. Bu seçim sonucuna nasıl yansıyacak?
2014 yılında ilk defa sandık önümüze geldi. O dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve kademeli olarak 2015, 2018 ve şimdi de 2023’te oy oranlarımız yükseldi. Dün itibariyle yüzde 52’yi gördük. Bu yurt dışında oy kullanma rekoru. Yansıma farklı olacaktır. Sonuçta bunu burada söylemek heyecan verici. Şu anda sandıklarda görünmeyen oylardan bahsediyoruz. Bildiğimiz kadarıyla yurt dışındaki halkımızın beğeni ve tercihleri burada araştırmaya dahil edilmiyor. Ancak yansıması doğrudan olacaktır. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve milletvekilliği seçimlerinde doğrudan veya dolaylı olacak ama oradaki birkaç milletvekili adayımızın kaderini belirleyecek olan oylarımızdan bahsediyoruz.
Yüzde kaça çıkmasını bekliyorsunuz?
Almanya, Fransa ve Avusturya başta olmak üzere bugün saat 21:00’e kadar süreçler devam ediyor. 14 Mayıs saat 17.00’ye kadar gümrük kapılarımızda oy kullanabileceksiniz. Beklentimiz 2 milyona yakın oylama işleminin gerçekleşmesi. Bu yüzde 55’e tekabül edecek ve bu vesileyle yurt dışındaki halkımız çok önemli bir rekora imza atmış olacak.
AVRUPA’DAKİ VATANDAŞLARIMIZ ÜZERİNDE ÇALIŞMALARIMIZ OLACAK
Siz Avrupa’da Milli Görüş teşkilatında uzun yıllar görev yapmış, genel sekreterlik yapmış bir insansınız. Avrupa’da doğdunuz, orada okudunuz ve Avrupa’daki seçmenlere bir vaadiniz var mı? Onların sorunları için bir ajandanız olacak mı?
Uzun yıllar İslam Toplumu Milli Görüş başta olmak üzere sivil toplum kuruluşlarında misyonerlik yaptım. Bu vasfımla siyasete milletvekili adayı olarak, oradaki insanımızın sadece derdini değil, o topraklara ne kattığını, ne kadar keyif verdiğini, ne kattığını bilen bir insan olarak ve onların temsilcisi olarak siyasete atıldım. Elbette onlar üzerinde çalışacağız.
Oradaki insanlarımızın şu anda büyük sorunları mı var?
Hele sorun derken kısa vadede çözüm bekleyen, orta vadede çözüm bekleyen ama uzun vadede toplumumuzu tehdit eden, oradaki insanımızın yaşam kurallarından kaynaklanan sorunlarımız var. Kısa vadede telefonlarımızın kullanım süresi, iki yıl boyunca arabalarımızı burada bıraktığımızda kesintili ithalat belgesi ve check-out süreleri, sadece acil durumlarda aldığımız sağlık hizmeti algısı, emeklilikte tam zamanlı çalışma ve benzeri şeyler. Benzer sorunlar burada da var. Türk eğitiminin orta vadede geleceği, çocuklarımıza fırsat eşitliği ve benzeri şeyler, bunun yanı sıra kurumsal ırkçılık ve İslamofobiye karşı toplum üzerinde yarattığı baskı, bunlar da konuşmamız gereken ve yeni ufuklar açan konulardır. onları sınıflandırdığımızda geniş bir spektrum.
Buna Türkiye’yi de eklediğimizde, buradaki siyasi gelişmeleri ve buradan sonraki süreci çok daha geniş bir alanda çalışmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Halkımızın da çözülmesi gereken kendi sorunları var. Örneğin askerlik sıkıntısı. Halkımızın ilgisini çekmeyebilir ama yurt dışındaki insanlarımızın da çok önemle takip ettiği bir süreç.
Adaylığınız açıklandıktan sonra bu yönde hatırlatmalar aldınız mı?
Özellikle benden büyük abilerimiz önce güzel olacak dedikten sonra ‘size de söylemeyeceğiz’ gibi cümleler kuruyorlar. Yani ‘hani işin içinden geliyorsun, bu işleri uzun yıllar sivil toplum içinde yaptın. Biz de derdimizi anlatmayacağız. Umarım çözümün bir parçası olursunuz’ diyerek her ikisi de bana geçmiş olsun dileklerini ilettiler ama aynı zamanda çok kısa cümlelerle beklentilerini de dile getirdiler.
Türkiye’yi çok yakından takip eden ve siyasi gündemi çok iyi takip eden Avrupalı vatandaşlarımız var. Geçmişte Milli Görüş’te olup da şimdi farklı muhalefet partilerinde yer alanlar hakkında ne düşünüyorlar? Tepkiler nasıl?
Benim hakkımda aynı soruyu soran insanlar var. Yıllarca İslam Toplumu Milli Görüş teşkilatlarında görev yapmış ve genel sekreterlik yapmış halkımızın katılımını eleştirenler olduğu gibi çokça destekleyenler de oldu. Kahirlerin büyük çoğunluğunun çok heyecanlı olduğunu gördük. Sonuç olarak önümüzdeki süreçle ilgili bir değerlendirme yapılması gerektiğinin işaretidir. O değerlendirmeyi yaptık. Bunu kendim için yaptım ama sonuç olarak benzer düşünen insanlar benimle yaptı. Türkiye’nin geleceğini mi seçeceğiz yoksa Türkiye’nin geçmişte bıraktığı sıkıntıları mı geri getireceğiz? Ben Türkiye’nin geleceğini seçtim ve benimle birlikte çok büyük bir izleyici kitlesi de Türkiye’nin geleceğini seçti.
AVRUPA’DA ÜCRETSİZ ODA TESLİMATI!
Muhalefet, seçilirse Batılı ülkelerle çok sıcak bir işbirliği içinde ülkeyi yöneteceklerine dair sözler veriyor. Ünal Çeviköz’ün Kıbrıs’tan çekilme açıklaması farklı durumları akla getirdi. Bu bahis hakkında ne düşünüyorsunuz? Kapalı kapılar ardında verilen sözlerden söz edilebilir mi?
Çok farklı. Özellikle muhalefet partilerinin 3 ay içinde vize serbestisi sözü var. Güç gelir gelmez bu sorunu ortadan kaldıracağız. Kimse şu soruyu sormadı, bu nasıl olacak? Merkel’in bu sürece ilişkin çok ilginç bir yanıtı oldu. 72 kriter 72 kriterdir, 71 değildir. Kriterlerden biri Güney Kıbrıs’ın tanınmasıdır. Bir kişi vize serbestisi sözü verirse, Kıbrıs davasından vazgeçeceğini beyan eder. İnsanların bu şekilde ulusal davadan vazgeçilmesini haklı çıkarabileceklerini düşünmüyorum. Bu reddedilecek bir dava değil. Şehitlerimiz dillere destan oldu, 1974’te adaya barış geldi, siyasi oluşum ‘3 ay sonra yeniden Avrupa’da özgürce dolaşmak için ne gerekiyorsa yapacağız’ diyor.
Bu ‘ne gerekiyorsa yapacağız’ sorunu Zürih merkezli bir gazeteye yapılan açıklamada ortaya çıktı. Dedikleri gibi Kıbrıs çekilerek çözülecek, Suriye çekilecek. AB ile müzakere sürecini yeniden başlatmak için yapılamayacak hiçbir şey olmadığı söyleniyor. Bu da dediğim gibi Türkiye’nin geleceğinin tercihini ya da geçmişte bıraktığımız süreçleri net bir şekilde ortaya koyuyor ki bu da insanımızın değerlendirmeye değer bir kriter olduğunu düşünüyorum. Nitekim bu teslimiyet insanı derin derin düşündürür.
‘BÖYLE BİR SİYASİ ANLAYIŞ YOK’
Gizli pazarlıkları inceliyor musunuz?
Pazarlık kapanmadı bile. Çok açık ‘Ne istersen yaparız’ Bunu söyleyen bir zihniyet insanı gerçekten endişelendiriyor. Hele Kıbrıs sorununda bu kadar rahat hareket edebilenler… Biz yanlış bir şey yapmadık. Annan Planı noktasında Türk tarafı olayı ve Avrupa Birliği’ne dahil olan Güney kesimini reddetmiştir. Tüm tezlerimizden vazgeçtiğimizi söylüyoruz. Böyle bir siyasi anlayış olamaz. Benimle olamaz. Avrupa kökenli biri olarak sivil toplum açısından bariz bir şeye odaklanmış biri olabilirim ama dış politikayla yakından ilgili biri olarak bu uzlaşmaz durumun sonu olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. olmayacak. Özellikle Türkiye’deki halkımız böyle bir politikaya dönüş istemiyor. Denendi, korkunç sonuçlar aldı ve Türkiye faydasını görmedi.
Bunu muhalefete yapılan seçim takviyelerine bir tepki olarak yorumluyorsunuz değil mi?
Şimdi önemli bir beklenti var. Özellikle Avrupa’daki basın kuruluşları, Türkiye’de bir iktidar değişikliği bekliyorlar ve dolayısıyla bu konuda bazı fırsatlar sunuyorlar, mesela ben Avrupa’dan adayım, adaylığım çok ilgi görmeli. Herhangi bir ilgi görmüyorum. Bunun sebebinin çok açık olduğuna inanıyorum. ‘Reklam iyi ya da kötü değil mi? Bu sefer muhalefet kanadını destekleyeceğiz. onlara izin vereceğizdenir ve yapılır.
Ayrımcılık var aslında…
Evet ayrımcılık var diyebiliriz. Söyleyeceklerimiz aynı zamanda prestijli, yani artık merak söz konusu değil. Kapaklar peş peşe haber oluyor. Muhalif sesler gündemde. 4 sayfalık röportajlar söz konusu olabilir. Aynı zamanda AK Parti’nin aday konuşmasına konu olmasına rağmen Almanca ve İngilizce konuşmamıza rağmen bu fırsat olarak görülmüyor ve tam tersi muamele ediliyor. Bence o da kötü.
FETÖ AVRUPA’DA ÇOK KOLAY HAREKET EDİYOR
Muhalefetin özellikle terör örgütleri üzerinden Türkiye’yi dizayn etme çabaları var. Orada PKK sahipleniliyor, harekete geçiriliyor, Türkiye’ye mesaj veriliyor. Öte yandan, İslamofobi bir söylem meselesidir. Terör örgütüne bu kadar geniş bir alan bırakırken bir yandan da Müslümanların özgürlüklerini kısıtlayan birçok uygulama var. Bu konuda ne söyleyeceksin?
Terörle mücadele noktasında sanki sözde kararlılık varmış gibi hareket ediliyor. Örneğin PKK Almanya’da yasaklanmış bir örgüt. Ancak buna rağmen kendi derneklerini rahatlıkla kurabilirler. Devlet hangi derneklerin nerede faaliyet gösterdiğini ve nasıl para topladığını Anayasa’yı koruma raporlarında açıkça ortaya koymasına rağmen yaptırımlar konusunda çok yavaş hareket ediyor. FETÖ Avrupa’da rahatlıkla yerleşebilir. Maalesef buradaki değerlendirmelerimiz artık ciddiye alınmıyor. Ancak yıllar önce Avrupalı gazeteciler tehlikeli bir yapıdan bahsettiğimizden bahsetmişti. Önce 90’lı yıllarda bu örgütün haberini yaptılar. Haber verilmediği için oradaki oluşumlar sahipleniliyor. Bununla bir yandan doğrudan bir bağlam kurmak yanlış olmaz. Bir yandan terör örgütlerine bu tür bir alan açılırken, diğer yandan ‘Müslümanlar bir şekilde İslamofobi ile dizayn ediliyor’gerçek bir bağlam olacağını söylemek, onu gerçek bulmuyorum.
Oradaki yaklaşım bu değil mi?
Bu kadar yüksek bir algılama oranına sahiptir. Ancak 11 Eylül’den sonra oradaki dönüm noktasını yani 11 Eylül’ü milat olarak belirlememiz gerekiyor. Müslümanların bakış açısı kökten değişti. Bu köklü değişim ve toplumsal gelişmeler nedeniyle günümüzde yaşadığımız her gün fiili saldırılar yaşanıyor. Haberlere baktığınız zaman başörtüsü taciz edilen bacılarımız, camilerimize saldırılar, kundaklama girişimleri söz konusu olabiliyor. Bu bağlamı 11 Eylül 2001 ve toplumdaki Müslümanlara bakış olarak belirlemek daha doğru olacaktır. Terör örgütlerine zemin sağlanması ya da terör örgütlerine fırsat verilmesi noktasında çıkarların şekillendirilmesi açısından fiyatlandırılması gerekmektedir. Her iki soruna da ayrı cevaplar üretmemiz gereken konular olarak karşımıza çıkıyorlar.
NEDEN ERDOĞAN DÜŞMANI…
Recep Tayyip Erdoğan’a karşı düşmanca bir tavır var. Tekrar iktidar olmak istemiyor. Bunu dergi kapaklarında ve manşetlerinde görüyoruz. Sizce bu düşmanlığın sebebi nedir?
Çok kolay bir cevap var; kendinden emin. Alıştıkları Türkiye yok. Pes eden, emirleri yerine getiren, yardıma muhtaç olan, bütçesini Avrupa’dan aldığı yardımla tamamlayan bir ülke, önlerinde olmayınca, hele bir aktör olarak yeryüzündeki yerini alırken, Avrupa’nın Balkanlar’ın doğusunda, Afrika’da yeniden bir güç olarak ortaya çıktığında savaş alanında söz sahibi ‘Türkiye buna ne diyecek merak ediyorum’ ’ merakı uyanınca Türkiye’yi yöneten insan hakkında muhalefet ortaya çıktı. Yapılan her şey düşmanlıkla karşılanmaya başlandı. Mesela Kosova-Sırbistan ortasında Cumhurbaşkanları’nda zor bir durum ortaya çıkınca Batı Avrupa değil, Türkiye araya aracı olarak giriyor. Son olarak Sudan’da ortaya çıkan soruna Sayın Cumhurbaşkanımız müdahil olmuştur. Türkiye, Rusya ve Ukrayna’nın ortasındaki tek aracı ülkedir. Bunun özellikle Avrupa’daki algı açısından husumetlere yol açacağını elbette biliyorduk. Ülkenin özgüveni arttıkça oradaki görünüm de kökten değişti. Bu yüzden güç değişimine bu kadar kilitlenmiş bir Avrupa’dan bahsediyoruz. 2023’ün değil, bu yüzyılın en değerli seçimi olarak değerlendirilen bir seçim. 14 Mayıs’a kadar tüm kanallar canlı yayınlarını Türkiye’den yapacak. Özellikle Almanya’nın 1. ve 2. kanalları, tarihinde ilk kez Ankara’dan canlı yayın yapacak.
KENDİ ROTASINI ÇİZEN TÜRKİYE SAYGINI ARTIRDI
Türkiye’nin son 20 yıldaki yükselişi bu düşmanlığın sebebi diyorsunuz. Avrupa’da bunu gözlemleme fırsatınız oldu: Türkiye’nin 20 yıl önceki prestiji ile bugünün prestiji arasında bir değerlendirme yapsanız neler söylemek isterdiniz?
Artık yakından takip ettiğim süreçler oldu. 2002 Kopenhag’da oradaydım. 2004’te Brüksel’de o müzakereler yapılırken ben de oradaydım. Zaman içinde Türkiye’ye bakış ne zaman değişmeye başladı? Türkiye’nin bir varlık olduğu ve Avrupa’ya katkıda bulunabileceğine dair bir inanç varken, özellikle Sarkozy’nin seçilmesinden sonra bu durum değişti. Sarkozy, seçildiğinde Türkiye’nin AB’ye katılımını referanduma sunacağını söyleyince ortam ve bağlantılar bozuldu. O dönemde Türkiye kendi rotasını çizebileceğini gösterdi. ‘Kopenhag kriteri yoksa Ankara kriteri var’ ‘ söz konusu. Türkiye kendi rotasını çizerek prestijini artırdı, ekonomisini büyüttü ve dünyadaki nüfuzunu genişletti. Ancak Avrupa Birliği’nin tek seçenek olmadığı, dünyada çok daha büyük birliklerin konuşulabileceği ve Türkiye’nin her birine yakın olabileceği anlaşılınca değerlendirmeler bir bakıma değişti. Bazı yerlerde düşmanlık çıktı ama bazı yerlerde ‘işbirliği yapmamız gerekiyor’. Çünkü mülteciler, Suriye ve Ukrayna’daki savaş derken birçok sorunun Türkiye’siz çözülemeyeceğini gören bir Avrupa’dan bahsediyoruz. Ancak gücü kendilerine daha yakın görmek istedikleri için, muhtemelen arzu edilen sonuçlara daha kolay ulaşabilecekleri bir güç değişikliği beklentisi vardır.
Bu bizim iç işlerimize açık bir müdahaledir. Olağan koşullarda asla kabul edilmemesi gereken bir sorundur. Ben muhalefet kanadı olsam bunu ayıp olarak kabul ederim ama onların bu konuda bir yükleri yok. ‘Destek nereden gelirse gelsin’ tarzında bir politika yürütülüyor. Bence bu yanlış. Türkiye’nin dünyadaki prestijinin, kendi çıkarlarının, önceliklerinin ve özellikle hakkaniyetli yaklaşımının meyvelerini görmeye başladık. Bu, mevcut iktidarın 21 yılda geliştirdiği özgüvenle dillere destan oldu. Aksi halde bize miras kalan bir özgüven değildi. Türkiye böyle değildi. Eskiden pek hatırlamaz ama Avrupa Birliği’nin aday ülke olarak gördüğü, herkesin peşinden koştuğu ve birliğe davet edilen Türkiye’yi bir olgudan bahsediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde konuşma konusu oldu bu.
TÜRKİYE’NİN YÜZYILININ FARELERİ ATILDI
Türk Yüzyılından ne anlıyorsunuz?
Bu slogan, özellikle Türk Yüzyılı’nda beni kişisel olarak heyecanlandıran bir slogan haline geldi. Türkiye’nin Yüzyılı, üretime endeksli ihracatta rekor kıran ve yüksek teknoloji merkezine dönüşen bir ülkenin en büyük sloganı oldu. TEKNOFEST’lerle savunma sanayinde attığımız adımlarla verimliliğimizi yüzde 80’lere çıkardık ve her geçen gün yeni bir projenin yaratılmasıyla heyecan verici bir slogan olarak karşımıza çıkıyor.
Bildiğiniz gibi seçmenimize argümanlarımızı anlatırken genel olarak geçmiş Türkiye’yi anlatıyoruz. Uygun olanlar bunu hatırlar. Hastane yok, yol yok, hava limanı yok… Hele genç kuşak, bu seçimlerde ilk kez oy kullanacak kuşak için görüyoruz ki Türk Yüzyılı geleceğimizi belirliyor, hayallerimizi belirliyor, olması gereken bir hayal. ulaşmak istediğimiz ülke ve segmenti çok güzel bir şekilde Peki Türk Yüzyılı Ne Olacak? Daha yüksek teknoloji üreten, daha çok ihracat yapan, kişi başına zenginliğini daha çok paylaşan bir Türkiye hayalinden bahsediyoruz. Ayrıca bunun heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Bence genç nesli bununla heyecanlandırmak daha doğru. Geçmiş geçmişte kalacak ama bundan sonraki Türkiye’nin gerçekten Türk Yüzyılı olması için hangi alanlarda çalışılacağına dair işaretler şimdiden var; Togg, YHT, savunma sanayindeki atılımlar, uçak sanayindeki atılımlar, özellikle vasıflı eleman açığı noktasında, mühendislerin burada bir bakış açısıyla ele alınmasıyla, 2 milyon kişi artık teknolojiye dokunmak için TEKNOFEST gibi bir markaya yöneliyor, geçen yıl da Samsun’da bu yıl İstanbul’da akın akın insan buraya geliyor… İnsanoğlu sokaklarda hiç araba görmemiş mi? Togg ayrıca bir heyecan verir. Kendi teknolojimizi kendi markamızla üretmek laftan ibaret değil, gerçeğe dönüşmek üzere olan bir slogandır. Bu anlamda beni heyecanlandırıyor ve seçilmiş bir hakikat sloganı olarak işimizi önemli ölçüde kolaylaştırıyor.
GELECEĞİNE UMUT BAKAN BİR ÜLKE OLACAĞIZ
Avrupa ve Türkiye’deki yaşam standardı karşılaştırıldığında Türkiye çok mu geri?
20 yıl önce, 15 yıl önce, 10 yıl önce Türkiye’ye geri dönmek istediğimizden zaman zaman bahsederken orada yaşayan bazı Müslüman kardeşlerimiz bizimle birlikte. “Burada güzel bir hayat yaşayabilmek için neden geri dönmek istiyorsun? “ Ne dediğini gördük. Sonra onlara bir bilet aldık ve İstanbul’a gönderdik. Geri geldiler ve “Neden burada yaşıyorsun?” dediler. Yani ülkemizin çehresi 20 yılda kökten değişti. Ve sonuç olarak bizim insanımızın standartlarını karşılaştırdığımda yaşayanlar görüyor ki eşit yaşam standartlarından bahsediyoruz. Rahat bulur. Bu anlamda Berlin’den havalimanından yola çıkıp İstanbul’a geldiğinizde Berlin’deki havalimanı size çok küçük geliyor. Burası başkent, burası başkent bile değil. Yani İstanbul’un büyük havalimanına, mimari standartlarına, kırmış olduğu rekorlara bakıyorsunuz. seviyeden bahsediyoruz.
Ne yapılması gerekiyor? Cumhurbaşkanımız çok vurguluyor: Daha çok çalışmamız lazım, milli geliri daha da yükseltmemiz lazım, bu anlamda kişi başına düşen milli geliri yükselttiğimizde alt yapısı, geliri tam, geliri tam bir ülke haline geleceğiz. İnsanları gerçekten heyecanlandıran, geleceğinden umutlu bir ülke. Altyapı kıyaslandığında sizler de seyahat eden insanlarsınız, zaten burada otoyollardan, burada oluşturulan havalimanlarından, tren altyapısına kadar bir standardın yakalandığını görüyoruz. sorun ne? Bundan sonra ekonomiyi büyütmek, ihracatımızı daha da artırmak, yüksek teknolojili üretimimizle katma değeri artırmak. Bunun yaratacağı alanı olabildiğince tüm halkımızla paylaşmak ve herkesin bu refahtan eşit olarak pay almasını sağlamak. Devletimiz de doğalgazın çıkmasıyla birlikte bu haberi halkımızla paylaşarak servet gibi dağıtmaya başladı. İnşallah bunun alanlarını çoğaltarak milli gelirimizi yükselterek ülke haline getirmeyi ve alt yapısı tamamlanmış ama geliri de aynı şekilde yükselmiş bir ülke olarak uluslararası yarışta yerimizi almayı temenni ediyoruz. Bu muhtemelen en heyecan verici kısımdır ve karşılaştırma yaparken unutulmaması gereken sorun budur. Yani artık gelişmekte olan bir ülkeden bahsetmiyoruz, sanayileşmiş bir ülkeden bahsediyoruz.
ARAŞTIRMALAR BIÇAKLAR ÜZERİNDE BİR YARIŞI GÖSTERİYOR
14 Mayıs neden değerli? Seçmen nasıl görünmeli? (Son araştırma ve sahadaki durum)
Bu soruyu geçen yıl sorsaydın. Dost sohbetlerinde 14 Mayıs’ın neden değerli olduğunu tartıştığımızda, tartışmalarımız çok farklı olurdu. Özellikle Millet İttifakı içerisinde ortaya çıkan anlayış ve adayın seçilmesinden adaylık sürecine kadar gerçek bir gayret ve dışarıdan destek gelince halkımız bu seçimin farklı olduğunu, bu seçimin yapılması gerektiğini anladı. referandum ruhuyla yürütüldü. Haftalar geçtikçe bu daha da belirginleşti. 7 Mayıs mitinginde milyonlarca insanımızın oraya gelmesiyle birlikte meşale şeklinde mesajın alındığını ve 14 Mayıs’ta gerekli işlemin yapılacağını bildiren bir de manifesto vardı. Bu nedir? Türkiye yeniden kaosa mı dönecek? Yani yine koalisyon dönemlerinden hatırladığımız bakanlar arası pazarlıklar mı, yoksa masayı yıkan, her kararda masayı yıkan, birbirini aşağılayan bir yönetim anlayışı mı, yoksa yolunu bildiğimiz bir yönetim anlayışı mı? yönetim ve konuştuğunda bunu yerine getiren? 6 Şubat’ta depremi yaşadık yani büyük bir yıkım oldu. 11 ilde deprem yaşandı. Ve oraya gittiği ilk saatlerden itibaren Cumhurbaşkanımız oradaki halkımızdan bir yıl istedi. Ve çok ilginçtir ki muhalefet dahil hiçbirinin söyleyemedi. O da olmayacağını söylemedi. Abartılı bir söz söylemedi. Herkes söz verirse yapar diye yaklaştı. Halkımızın dediği gibi, yapan. Ben de şahsen Türkiye’yi istikrarlı bir şekilde önümüzdeki 5 yıla taşıyacak bir yönetimi tercih edeceğini düşünüyorum. Sahadaki izlenimim bu. Özellikle araştırmalar kıyasıya bir yarış olduğunu gösteriyor.
Dürüst olmak gerekirse, bu havanın değiştiğine inanıyorum. Avrupa’daki oylar ve yurtdışındaki oylar şu anda araştırmada görünmüyor. Ve bunu söylediğimde, bir şeyi tetiklemek için söylemiyorum. Sadece bir gerçeği vurgulamak için söylüyorum ama sonuç olarak gerek İstanbul Büyük Toplantısı, gerek Cumhurbaşkanımızın şu anda gördüğü teveccüh, gerekse halkımızın yüzlerine yansıyan özgüven, halkımızın tercih edeceğine olan inancımı pekiştirdi. 14 Mayıs’ta gelecekleri ve Cumhurbaşkanımızla birlikte yeniden Türkiye Yüzyılı’na adım atacaklar. Sonuçlar elbette 15 Mayıs’ta uyandığımızda ortaya çıkacak. Sonunda insanımızın ne dediği ortaya çıkacak ve ne dediği yapılacak. Sahadan kişisel izlenimim gerçek anlamda güvenin arttığı, insanımızın aziminin arttığı hatta birinci basamak hekimlikte bile bitirmek istediği yönünde bir kararlılık görüyorum. Bu noktada biz de çalışmalarımızı yoğunlaştırıyoruz.
TARİHİ rallinin MODÜLÜ OLMAK gururlandırdı
Atatürk Havalimanı’ndaki kalabalığı görünce ne hissettiniz?
Dürüst olmak gerekirse, iki şey hissettim. Her şeyden önce çok gurur duydum çünkü oraya insan taşımasına bile gerek yoktu, insanlar kendilerinden geldi. Aslında bu kadar kalabalığı taşımak için yeterli değildi. Bu nedenle tarihi bir mitingin parçası olmak beni çok gururlandırdı. İnsanlar konuta gittiğinde o sevinç yüzlerine yansıdı. İkinci olarak düşündüğüm şey umarım kimse rehavete kapılmaz çünkü seçim 7 Mayıs’ta bitmedi. Süreç 7 Mayıs’ta sadece bir parlama olarak ortaya çıktı. İnşallah 14 Mayıs’ta bu işi bitirip misyonumuzu yerine getireceğiz… Bugün, yarın ve yarından sonraki dört gün daha seçim yasakları başlayana kadar sağlıklı bir şekilde çalışarak görevimizi rehavete kapılmadan yapacağız, çalışacağız, başaracağız. daha çok çalışın, açılmadık kapı bırakmayacağız, çevrilmedik sokak kalmayacak. Ortada kararsızlarımızı konuşacağız, tartışacağız ve ikna edeceğiz. Ve inşallah 7 Mayıs’ta başladığımız işi 14 Mayıs’ta galibiyetle bitireceğiz.
‘NEDEN BU KADAR HEYECANLISINIZ’
Tabii bu yönünüz pek ön plana çıkmasa da İstanbul’un en çok vatandaş barındıran şehirlerinden birisiniz. Ordulu hemşehrileriniz, yani 3. sırada diyebiliriz, İstanbul’un en kalabalık hemşeri topluluklarından biridir. Hemşerilerinize bir açıklamanız olacak mı? Röportajınızda özellikle rahmetli annenizin bir dileğinden bahsetmiştiniz, hatırlatmanızı isterim. Annenin rüyası neydi?
Annemin ilk oğlu, özellikle benim hakkımda, 55 yaşında bile bana “sarı” derdi. Çünkü ben küçükken saçlarım sarıydı.
Uzun zaman önce kaybettin. Huzur içinde yatsın. mekan cennet olsun inşallah
Amin. 2 ay önce kaybettik. Annemin iki hayali vardı. Önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olarak görev yapmamı istedi. İkincisi köye gömülmek. Babam da aynı vasiyete sahipti. Ordulu veya Kumrulu veya Kumru’nun Yeniakçaalan köyünden olmam da bu anlamda değerlidir. Çünkü babam bizden onu köye gömmemizi istediğinde; “Köyünü unutma, baba ocağını unutma, nereden geldiğini, kim olduğunu unutmazsan ileride mezarımıza geleceksin, çocukların gelecek ve böyle yaşayacaksın.” , nereden geldik, kimiz ve kökenimiz ne” Güzel bir tavsiye verdi, biz de gereğini yaptık. Annemi babamın yanına gömdük. Allah tüm geçmişimize rahmet eylesin. Bizim için bu yüzden, şimdi ne oldu? Bundan sonra mutlaka köyümüze gidiyoruz, bayramlarda mezar başına gidiyoruz, izinli geldiğimizde de bu senin deden, bu senin ninen diyoruz, çocuklarımızla, torunlarımızla birlikte. Biz buna anneanne diyoruz, bu babaannenin babası, dedesi, amcası, amcası ve bağ canlı kalıyor. Bu bağlamda özellikle İstanbul’daki hemşehrilerimiz, biyografimde asker gemim yer aldığında çok heyecanlandılar tabii. İstanbul 3. Bölge’de 7. aday olunca, yani seçilme olasılığı çok yüksek bir listede yerimi aldığımda halkımız daha da heyecanlandı. Yani 3. Bölge halkımızın, Ankara’da Ordulu halkımızla birlikte gerek ülkemizle ilgili istek, istek ve beklentilerini yerine getirmek için böylesine büyük bir sorumluluğu üstlenmiş bir kardeş olarak karşınızda oturuyoruz. Yurtdışında ve İstanbul’da varlık. Ama her biriyle gurur duyuyorum ve şimdiden keyifli bir süreç için çok heyecanlıyım, hatta zaman zaman benimle dalga geçiyorlar: “Yani bu yaştasın, o kadar çok televizyona çıktın ki, röportajlarda yeni değilsin, neden kekeliyorsun? Neden bu kadar heyecanlısın?” Bu heyecanın çok değerli olduğunu söylüyorum. Bu heyecanın var olması ve halen yaşıyor olması da ayrıca değerlidir. Gerçekten heyecanlıyım. Avrupa’da halkımıza hizmet etmekten, Ordulu hemşerilerime hizmet etmekten ve aynı zamanda İstanbul 3. Bölge’de seçmenin temsilcisi olarak görev yapmaktan büyük heyecan duyuyorum. Türkiye’nin yüzyılını şekillendirirken bu ekibin bir parçası olma ihtimali bile beni heyecanlandırıyor. Bundan dolayı arkadaşlarımız zaman zaman bu heyecanın yüzüme yansıdığını söylüyor, ben de bundan memnunum.
Acaba seçmenle ve hemşerilerinizle yaptığınız diyaloglarda aranızda nasıl diyaloglar geçiyor merak ediyorum.
En çok sorulan şey haklı olarak söylenir; “Seçimlerden sonra tekrar görüşecek miyiz? Peki tamam şimdi buradasın zaten seçimden önce geliyorsun seçimden sonra bir temasımız olur mu?” Zorluklarını da zaman zaman açıkça dile getiriyoruz. Kaç milyon insanın bizden hizmet beklediğini ortaya koyduktan sonra; abartı olarak söylemiyoruz sonucun prestijiyle iş yükümüz olacak ama imkanları artıracağız ve seçimden sonra halkımızla bir araya gelmek istiyoruz diyoruz ve buraya kadar değerli kardeşlerim ablalarım hep güler yüzle vedalaştılar, umarım bundan sonraki süreç de böyle olur yani gittiğimizde güler yüzle karşılanırsa bundan daha büyük bir mutluluk olmaz inşallah.
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız Türkiye’deki gelişim ve değişime ne diyor merak ediyorum. Türkiye’nin son yıllarda artan lobicilik faaliyetlerini nasıl yorumluyorlar?
Şimdi tabii Mölln ve Solingen gibi olayları yaşamış bir toplum olarak kendi başının çaresine bakan, zaman zaman sesini yükselten ve halkımıza sahipsiz olmadığını hissettiren bir yönetimin olması, Avrupa başta olmak üzere, ağırlıklı olarak Batı Avrupa’da yaşadığımız ülkelerde toplum içinde yer alırken halkımızın özgüvenini geliştirdi. Burada geriye dönüp baktığımızda halkımız, güçlü devletin konsoloslukları aracılığıyla, yurt dışındaki Türkler ve akrabalar başkanlığı aracılığıyla, Yunus Emre Vakfı aracılığıyla, Maarif Vakfı aracılığıyla, yapılarıyla güçlü bir devlet olduğunu görebilmektedir. birçok farklı aktörle birlikte insanımızın, toplumda bir başka özgüveni vardır. hareket ediyorlar Kesinlikle bu anlamda köprü görevi gören iki toplumun tam ortasındaydılar, yani kendilerini her iki toplumun inceliklerini birleştirmek isteyen bir unsur olarak görüyorlardı. Ancak Türk devletinin Türk devletine olan yakın ilgisi bizim oradaki toplumsal konumumuzu da olumlu etkiledi. Burası bir tartışma kaynağı oldu. Sadakatimiz beraberinde kime ve hangi hükümete sadık kalacağınız tartışmalarını getirse de az önce de belirttiğimiz gibi her iki toplumun da vazgeçilmez unsurları olarak kendimizi bir artı olarak konumlandırıyoruz, arada köprü kurabilecek bir incelik. yani sadakat tartışmasındansa bu kardeşliği tercih ediyoruz. Bağları güçlendirecek ve pekiştirecek çalışmaların nasıl yapılması gerektiği merakı ile işe girmek istiyoruz. Yoksa onun bir uzantısı mısınız? Onun sözcüsü müsünüz? Diye soruyor, öyleyse bu formda tartışma olmadan faydalı bir ortam yok. Ancak şüphecilik gelişir. Şüpheci bakış açısı da, o topraklarda azınlık olduğumuz bir azınlık noktasından. Şüphecilik çok sağlıklı bir atmosfer getirmez. Aksine az önce bahsettiğiniz sorunları beraberinde getiriyor, bazen ırkçılık, bazen saldırılar, kurumsal ırkçılık, fırsat eşitsizlikleri, bu yüzden bu telaffuz tehlikeli. Şüphesiz, bir azınlığa bakmamalısınız. Aksine o azınlık 62 yıldır orada, örneğin Almanya’da yaşıyor. Bu toprakların kalkınması için sağlığını kaybeden insanımız orada can verdi, hatta hayatını bile kaybetti, o topraklara sadece zenginlik kattı. Bu bir tehdit değildir ve bu anlamda algılanmamalıdır. Yani toplumsal bir zenginlik olarak algılanması ve oradaki potansiyelin iki devlet, iki toplum arasında değerlendirilmesi, yani daha fazla hoşluk artışına dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye ve Avrupa’daki her topluma zenginlik olarak geri dönebileceğine inanan insanlar sayesinde oradaki insanımızın varlığının her geçen gün arttığını görüyorum. Irkçılık var, mağduriyet yok ama iyi niyetli insan sayısı hala %80.
ASİMİLASYON BASINCI VAR
Oradaki vatandaşlarımıza yönelik bir asimilasyon çalışması mı yapılıyor?
Tabii artık asimilasyon baskısı var. Eski bir içişleri bakanı olan Otto Schily bir zamanlar çok şey söylemişti; “Entegrasyon asimilasyondur.” Sonuçta devlet böyle bir beklentiden bahsedebilir ama toplum asimile edilmek değil bütünleşmek ister. Kültürel kimliğim, dini kimliğim bu toprakları zenginleştirecek. Bu zenginlik ile yaşadığımız yerlerin daha güzel gelişeceğine inanıyorum. Bu yüzden onları balast olarak görmüyorum. Farklılıklarımızın bu toprakların geleceğine daha güzel yansıyacağına inanıyorum. Bazı kesimler kapıda balast diyor kapıda bırak deseler de bizimki balast değil aksine güzel. Bunun da gerekli olduğuna inanıyorum. Kişisel olarak toplumsal dayanışma anlayışımızın, şefkat anlayışımızın, büyüklere yaklaşımımızın özellikle büyüklere yaklaşımımızın Avrupa’da korunması gereken bir güzellik olduğuna, aile anlayışımızın yaygınlaştırılması gerektiğine, akrabalık görüşümüzün yaygınlaşması gerektiğine inanıyorum. yayılmalıdır ve bu bizim imrenilecek özelliğimizdir. Aksine insanımızın terk edilmemesi gereken unsurlara sahip olduğumuzu daha hoş algıladığını görüyorum. Asimilasyon devletten şu şekillerde talep edilebilir; yani işyerinde onlara göre daha kolay bir gelecek inşa etmek mümkün ama toplumsal gerçeklik ve sosyolojik gelişmeler yani asimilasyon baskısı genel olarak ters tepiyor ve ters sonuçlara yol açıyor. Bu açıdan asimilasyondan çok katılımın, eşit katılımın daha fazla fayda sağlayacağına ve topluma daha hoş tepkiler oluşturacağına inanıyorum. Hayatım boyunca özellikle sivil toplumda bu anlayış içinde çalıştım ve bu anlayışın umut verici olduğuna inanıyorum.
Geçmişte pasaportların gücünden söz edilirdi. Sizce Türkiye’nin pasaport gücü arttı mı?
Ben bekar bir vatandaşım. Almanya’da doğup büyüdüm ve asla Alman vatandaşı olmayı düşünmedim. Pasaportumun maliyeti nedeniyle, esas olarak kalbimin üzerinde olduğu içindi. Vize sayısı azalıp gidebileceğimiz ülke sayısı artarken aynı zamanda Türk müsünüz? Pasaportuma baktığımda daha pahalı olduğunu düşünüyorum.
ALMAN ÇOCUKLAR LİDERLERİ ERDOĞAN’I KABUL ETTİ
Son yurt dışı gezilerimde dikkatimi çeken bir şey vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye dışında da ciddi bir şekilde sahiplenildiğini gördüm. Böyle bir izleniminiz oldu mu?
Almanya’da öyle bir şaka vardı ki; Anne alışverişi beklerken Almanya’nın lideri kim diye sorunca çocuk, Recep Tayyip Erdoğan cevabını verdi. Çünkü haberlerde o kadar çok haber vardı ki Alman çocuğu bile kendi ülkesinin liderinin Recep Tayyip Erdoğan olduğuna inandı. Özellikle mazlum bölgede umut olan bir liderimiz var. Madem geleceğimize dair bu coğrafyalara olumlu yönde dokunabileceğine inanılan bir liderimiz var, bunun bedelinin bilinmesi gerekiyor.
Ülke olarak korkunç bir şok yaşadık. Yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Bu acıların bir daha yaşanmaması için ülke olarak ne yapmalıyız?
6 Şubat’ta uyumadım. Bölgede yaşayan bir abimiz depremden 10 dakika sonra haber verdi. Karanlıktı, yıkımın büyüklüğünü görmedik. Almanya’daydım, temelde görmem mümkün değildi. Ancak kardeşim depremin olduğu ilk günlerde bölgeye gitti ve yıkımın tarif edilemez olduğunu söyledi. Bildiğimiz şehirler artık olmadığına göre o şehirlerin yeniden kurulması gerektiğini söyledi. Bunun bir daha yaşanmaması için insanoğlunun önlem alması gerekiyor. Bu anlamda hiçbir şey olmaması gerektiğini gördük, yaşadık, bir daha yaşamamak için ne yapmamız gerektiğini birlikte öğrendik.
Bir kanaat önderimizin dediği gibi, meskenlerimizi dağlara kuracağız, tarımımızı ovalarda yapacağız düsturundan hareketle kadim insanımızın asırlardır bildiği bir prensibi yeniden hayata geçireceğiz.
KLİPİMİZİN MESAJI ÇOK DERİN
Dün partinizin il başkanlığı tarafından yayınlanan bir klip vardı. Berber klibi. çok komik bir klip. Muhalefetin nasıl iktidara geleceğini anlatıyor. Bize biraz bu klipten bahseder misiniz?
Klip özellikle berbere ihtiyaç duyan insanlarımız için çok komik ama aynı zamanda çok derin bir mesaj da içeriyor. Hizmet istiyorsan, güvenmek istediğin bir yönetim, kendini emanet etmek istediğin berberi seçerken bu mümkün olduğunca kulağımın ucunu kesmesin, mümkün olduğunca kulağımın ucunu kesmesin. mümkün olduğunca sakalımı kesmesin, ne istediğimi bana bildirsin. , Oğuz Abi geldi, Oğuz Abi esasen şunu ya da bunu istiyor, bir nevi hizmetle yüzleşelim. Türk siyasetinin şu anda karşı karşıya olduğu seçimi en sevindirici haliyle sundu.
berber olmak istiyorum hayır berber olmak istiyorum Ben bu tarafı keserim, sen şu tarafı kes, sen makası tut, ben jileti tutarım 7 oyuncunun kaos yaratabileceğini keyifli bir şekilde anlatan türden bir klip anlayışıyla. Sonuç böyle olacaktır. Ya 7 yeni üyeye kendinizi emanet edersiniz ya da sizi gelecek hakkında çok iyi bilen birine kendinizi emanet eder ve sizi çok uygun bir geleceğe taşıyacağınızdan emin olabilirsiniz. Bu yüzden Türkiye size emanet diyoruz.